Bölüm Öğrenci Etkinlikleri
16 Mayıs 2016 tarihinde, Sosyoloji Bölümü eski mezunlarımızdan Behice Sayat, Nazlı Akçığ ve Pınar Dinç ile bölüm öğrencilerimiz bir araya geldi. Sosyoloji Bölümü'nden mezun olduktan sonra neler yapılabilir, hangi sektörlerde iş bulunabilir gibi konular üzerine, kendi hayat deneyimlerini aktardıkları bir söyleşi gerçekleştirdik.
Danimarka Enstitüsü aracılığıyla bir kültürel değişim projesi kapsamında Türkiye'ye gelen çoğu Amsterdam'lı yaklaşık 60 kişiyle birlikte çalışma yürüttük. Onların projesi kapsamında toplumsal sermaye ve kültürel çeşitlilik başlıklarını Türkiye özelinde tartıştık. Kemalizm ve sekülerizm, Alevilik, Türkiye'deki azınlıklar üzerine karşılıklı sunumlar yapıldı; sunumların ardından küçük tartışma grupları oluşturuldu ve bu konular üzerinde fikir alışverişinde bulunduk. Özellikle Türkiye'deki başörtüsü tartışmaları ve Kürtlerin yaşadıkları sorunların, onlarda merak uyandırdığını gördük. Benzeri konular üzerinden Amerika'da durumun nasıl olduğunu, grup olarak gittikleri Danimarka'da neler gözlemlediklerini ve benzer sorunlarda uygulanabilecek çözüm önerilerinin ne olabileceği anlattılar.
Tartışmaları küçük gruplarda sohbet havasında yürüttüğümüz için çok keyifli geçti, birebir diyalog kurabilmenin getirdiği samimiyet, insanların fikirlerini daha rahat ifade edebilmelerini sağladı. Türkiye hakkındaki çeşitli kalıpyargılarını dile getirdiler ve benzer şekilde bizim "onlar" hakkında ne düşündüğümüzü sordular. Bunları açık konuşma imkanı yaratması adına da bu etkinlik önemliydi. Bu kalıpyargıların kimisi yıkıldı, kimisinin yerine yenileri inşa edildi, kimisi de pekişti. Buna rağmen bir kültürle doğrudan etkileşime geçmemişken dahi hakkında çok şey söylememizi sağlayan öğrenmişliklerimizin, o toplumun tamamı için geçerli olmayacağını, hatta tamamen yanlış bir genelleme de olabileceğini görmek ve karşılıklı olarak homojen insanlardan oluşan toplumlarda yaşamadığımızı anlamak yeterince büyük bir kazanımdı.
Yalnızca bazı temel konular üzerinde tartışmakla kalmadık. Birlikte yemeğe ve sonrasında eğlenmeye gitmemizin de en az grup tartışmaları kadar anlamlı olduğunu düşünüyorum. Karşılıklı olarak hayat tarzımız, kültürlerimiz, gündelik hayatımız, beden dilimiz; ortaklaşan ve farklılaşan yönlerimiz hakkında daha fazla fikir sahibi olma fırsatı bulduk.
Birlikte geçirdiğimiz zaman dahilinde iletişim bilgilerimizi de paylaştık ve sonraki süreçte de görüşmeye devam ettik. Bugün Türkiye ile ilgili bir haber okuduklarında, bir konuyu merak ettiklerinde hala bizimle iletişime geçip, neler olduğunu sorabiliyorlar; bizim için de benzer durum söz konusu. Bizim için faydalı bir deneyimdi, eminim onların da bu projeden kazanımları olmuştur.
Tuğçe Özdemir
2011 güzünde aldığım Sosyolojik Perspektifler dersine gösterdigim ilgi sebebiyle hocam Kenan Çayır beni Anne Frank House'un Free2Choose workshop programına tavsiye etti. 03-12 Eylül 2011 tarihinde Amsterdam'da gercekleşen ve Avrupa'nın çesitli ülkelerinden yaklaşık 30 gencin katılımıyla gerçekleşen programda; özellikle Anne Frank'ın hikayesi üzerinden bu güne kadar yaşanmış insan hakları ihlalleri üzerine düşünmenin yanısıra günlük hayatta karşılaştığımız problemlerin de bu doğrultuda ele alınması istendi. Programın ana hedefi gruplar halinde çalışarak birer Free2Choose videosu cekmekti. Bunun için İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nden seçtiğimiz iki maddenin birbiriyle çakıştığı bir örnek olay üzerine düşünmemiz ve sokak röportajları gerçekleştirmemiz gerekiyordu. Bu röportajlarda konuştuğumuz kişilerden örnek olayı değerlendirmelerini ve kendileri icin bu olayda hangi hakkın uygulanmasının daha ağır bastığını söylemeleriydi. Çekilen videoların amacı hem videoyu çeken gençlerin, hem röportaj yapılan kişilerin, hem de çesitli platformlarda bunları izleyenlerin insan haklari üzerine düşünmelerini sağlamaktı. Bu programdan sonra Anne Frank House'la olan iletişimimi devam ettirdim ve İstanbul'da gerçekleşen iki Free2Choose workshopuna daha katıldım ve yine aynı doğrultuda, bu sefer daha çok Türkiye'yle ilgili, videolar çektik.
2012'nin Ocak ayında ise yine aynı organizasyonun Berlin'de düzenlediği "21. yüzyılda Holocaust ve İnsan Haklarını Anlamak" isimli konferansına katıldım. Konferans dahilinde konuyla ilgili kişilerin gerçekleştirdikleri sunumları dinlemenin yanısıra, yine küçük gruplar halinde workshoplar yaparak çeşitli konular üzerine düşüncelerimizi birbirimizle paylaştık. Üzerinde durduğumuz konular genel olarak: Holocaust'u nasıl anlamalıyız, bir eğitim materyali olarak Holocaust'u nasıl kullanabiliriz, kendi hayatlarımızla nasıl ilişkilendirebiliriz, insan haklarını gündelik hayatın bir parçası olarak nasıl kullanabilir ve gündelik hayatta karşılaştığımız sorunlara karşı bu doğrultuda nasıl yaklaşabiliriz, geçmiş acıları nasıl anabiliriz ve geçmişin hatalarından bugün için nasıl dersler çıkarabiliriz şeklindeydi.
Tüm bu konferans ve workshoplardan edindiğim izlenim ve deneyimleri, çektiğimiz videoların içerik ve etkilerini paylaşmam için 2012 Haziran ayında Salzburg Global Semineri'ne davet edildim. Okullarda ya da çesitli özel kurumlar aracılığıyla yapılmakta olan Holocaust eğitiminin tartışıldığı programda benim görevim şimdiye kadar çektiğimiz video kliplerden örnekler göstererek bunların kullanım amaçlarını tartışmaya açmaktı. Güzel ve verimli geçen 5 gün zarfında, daha önce hiç karşılaşmadığım kadar farklı ülkelerden gelen katılımcılarla ve dolayısıyla o kadar değişik ülkenin tarih ve hafızalarıyla tanışma fırsatı bulmak benim açımdan ufuk açıcıydı. Tüm bu deneyimlerin neticesinde farklı fikir ve deneyimlerden haberdar olma firsatı buldum. Sık yaşanmasa da yaşandığında büyük acılar doğuran soykırım gibi bir olgudan yola çıkarak düşünmek, gündelik hayatta karşılaşabileceğimiz en ufak düzeyde problemlere faklı bir bakış açısı geliştirmemi sağladı. Bu programlar yalnızca insan hakları üzerine düşünmemi değil, aynı zamanda insan haklarını kavramsal ve eleştirel olarak da ele almamı sağladı. O güne kadar benim için daha soyut olan bu düşünce daha sonraki dönemlerde yapacağım çalışmalardaki tutum ve yaklaşımımı da şekillendirdi.
Muhsine Önal
Ders kitapları üzerine SEÇBİR (Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi www.secbir.org ) projeleriyle tanışmadan önce de düşünürdüm. Üniversiteden önce köklü bir okulda uzun süre eğitim almış olmam beni belli açıdan birkaç adım ileri götürmüş olsa da (ÖSS’ye hazırlık gibi temel bir ‘dert’ konusunda mesela) niteliksel ve ‘zihni’ sorunların bazılarının da olsa farkına varabilmiştim. Eğitim gördüğüm ortam ve tanık olduklarım da beni bu konu üzerine düşünür hale getirmişti. Çünkü çoğu pratiğin öğrenilir olduğunu ve eğitimin (eğitimin ana materyallerinden olan ders kitaplarının da) bu öğrenmedeki (ve yeniden inşadaki) etkisinin azımsanamayacağını görünce insan bu konuda bir şeyler yapabileceğine daha çok inanıyor.
Sosyoloji eğitimim bu farkındalığımı pekiştirdi. Kendimi ifade edebilmem ve bunun için bir dil geliştirebilmemde bana yardımcı oldu. İkinci sınıfta aldığım Sociological Perspectives (Sosyolojik Perspektifler) dersinde, ders kitaplarını inceleyecek olmamız beni heyecanlandırmıştı. Uzun süre ders kitaplarından uzak kalmıştım ve o an nasıl olduklarına dair pek fikrim yoktu, belli şeylerin varlığını sürdürdüğünden emin olmam dışında. Yine de inceleme esnasında çok şaşırmadım; fakat kitapları belli bir bilgi birikimi, bakış açısı ile ve daha detaycı bir gözle incelerken taşlar yerine oturdu. Aslında lisans eğitimimden önce, o ders kitaplarını kullanıyorken fark etmediğim çoğu şeyi fark ettim ve birbiriyle ilişkilendirebildim. Gördüklerimin ‘adını koyabildim’.
Ders Kitaplarında İnsan Hakları III projesinden önce SEÇBİR’in yürüttüğü Ders Kitapları İnceleme Projesi’nde yer almak ve belli temalara (toplumsal cinsiyet, militarizm gibi) göre kitapları incelemek güzeldi. Ders Kitaplarında İnsan Hakları III’te ise daha yoğun ve kapsamlı bir inceleme yapıldı. Seviyeler arası geçişi, konuların/temaların birbirini nasıl tamamladığını görmek büyük resmi bütünlüklü bir şekilde görmemi sağladı.
Kitaplar dışında, eğitimde ‘aracı’ görevi gören öğretmenlerin de etkisi aşikar ve bu konu da zaman ilerledikçe ilgimi çekmeye başladı. Kitaplarda göze çarpan meseleleri öğretmenler sınıf ortamında nasıl kullanıyor, sorusu üzerine kafa yormaya başladım. Böylece SEÇBİR’in yürüttüğü farklı projeleri de takip etmeye başladım.
Melike Ergün
İstanbul Bilgi Universitesi’ndeki eğitimim sırasında Sosyoloji bölümüne bağlı olarak çalışan Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Birimi’nde görev aldım. Birimdeki görevim ilk, orta ve lise düzeyindeki ders kitaplarını inceleyip ihlal niteliği taşıyan noktalarını raporlamak şeklinde gerçekleşen çalışmalarda yer almaktı. Bu çalışmalar sırasında özel olarak Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitaplarına yöneldim. Bu doğrultuda, 2013 yılı Ağustos ayında Bulgaristan'da gerçekleşen 15 günlük bir yaz okuluna katıldım. Avrupa, Amerika ve Afrika'dan gelen katılımcılarla gerçekleşen programda farklı dinlerin inanış ve pratiklerini, birbirlerine benzeyen ve ayrılan yönlerini, zaman zaman birbirlerinin içine giren yapılarını inceleme fırsatı buldum. Tüm bunları yaparken Türkiye'de din eğitimi konusunu aklımda bulundurdum ve mevcut dersin içeriği neler olabilir sorusunu kendime sorarak bu doğrultuda izlenimler edinmeye çalıştım. Hem gittiğim ülke, hem karşılaştığım insanlar, hem de katıldığımız dersler bakımından eşsiz bir deneyim edindim. Tüm bu deneyimlerin ileriki çalışmalarıma ışık tutacağı kanaatindeyim.
Muhsine Önal
Karabük daha önce gittiğim Karadeniz şehirleri arasında en farklı olanıydı. Bunu herhangi bir yere giderken, sürekli aynı yerin önünden geçmemizden anladım ki şehir küçüktü. Bu nedenle büyük şehirden gelen bir insanın kendini çok da çaresiz hissetmeyeceği bir yerdi. Ayrıca Karabük Üniversitesi’nde okuyan öğrenciler zaten bize yardım ediyorlardı. Fakat bu durum, tecrübenin özgünlüğünü değiştirmiyordu. Öğrenme sürecini daha doğru yansıtan bir tecrübeydi bu. Sınıflarımızdan Karabük’teki industrialisation-deindustrialisation süreçlerini okumak-işlemek yerine, gerçek anlamıyla sahaya inmek daha kapsamlı bir öğrenme modeliydi. Bu anlamaktan çok kavramak üzerineydi çünkü. Sonuçta o yerde yaşayan insanların şehri bize anlatması oraya sonradan giden akademik kişilerin anlatmasından farklıydı yani. Daha iyi anlamak gerçekten de akademik yönünü inceledikten sonra oraya gitmenin gerekliliğini anladım. Çünkü ikisi birbirini destekleyen şeyler, biri olmadan diğerinin çok anlamı olacağını düşünmüyorum.
Kendi okulumda hatta kendi şehrimde olmayan bir yerde sunum yapmış oldum ki bu daha önce yapmadığım bir şeydi. Sunumun tartışmaya ayrılan süresinde insanların gerçekten tartışmaya katılması beni duygusal olarak fazlaca etkiledi. Çünkü resmen ben ve grup arkadaşımın verdiği bir emek üzerinden insanların düşün dünyasına katkımız oluyordu. Bazen sunumumuzun içeriğine katılıp/katılmadığım yönünde önkabulde bulunan insanlar, bazen eleştiri bazen normatif sorularla karşımıza çıktılar. Sonuçta, biz olan bir şey üzerine konuşuyorduk ve anlattıklarımızda taraf aldığımız bir yer yoktu. Fakat, bu da tecrübeyi kötüleştiren değil bilhakis daha ilginç ve eğlenceli kılan bir olaydı. Ayrıca sabah erken uyanıp gece geç yatmak üzerine kurulu uzun günlerimizde sadece dersler ve okulla ilgilenmeyip gezmek/eğlenmek bağlamında yaptığımız şeyler gerçekten zevkliydi. Cinsiyet rollerinin çifte standart üzerine kurulu olduğunu bir kez daha hatırladım yerel bir meddahın yaptığı kısa bir tur rehberliğinden sonra. Sonuç olarak eğlenceli olduğu kadar öğretici bir tecrübeydi gibi klişe cümlelerden fazlasıydı sosyoloji bölümü ile birlikte gittiğim Karabük gezisi.
Oğuzhan Altay Sezer
2013 Nisan ayında Bilgi Üniversitesi Sosyoloji bölümü olarak bir tatil aralığına denk getirerek üç dört günlük bir Karabük gezisi yaptık. Aslında çok garip bir şekilde bambaşka bir dünyaya gidiyormuş gibi önyargılarla çıktık çoğumuz yola, sonra fark ettik ki Karabük ekibi de çeşitli önyargılarla bizi bekliyormuş. Neyin önyargısıydı bu diye çok düşündüm. Oraya gittiğimiz ilk günlerde kaynaşma adına çeşitli aktiviteler yaptık ve tam olarak bunları konuşma fırsatı bulduk. Sonradan tek başıma gitseydim Karabük’e bu önyargı yine olur muydu diye düşündüm çünkü grup olarak gitmenin bu önyargıyı beslediğini daha sonradan fark ettim.
Ben sunum yapacak ekiplerden birinin içindeydim ve sunumum gereği bazı tabuları yıkan laflar etmem gerekiyordu. Grup arkadaşlarımla sunum anına kadar hangi kelimeleri kullansak daha doğru olur diye düşündük durduk çünkü diyeceklerimize tepki geleceğini düşünüyorduk. Mesela ben bir ilkokul, ortaokul kitabında Türk’ün en üstün varlık ya da Türkçe’nin en güzel dil olduğu söyleyen örnekleri sorun olarak ortaya koyacaktım. Vatanın uğrunda ölünmesi gereken bir şey olmadığını söyleyecektim. Nedense bunları duymanın onları rahatsız edeceğini düşünmüştük ki bu da önyargının ta kendisiydi. Dediklerimizden rahatsız olanlar oldu ya da olmadı bu çok önemli değildi aslında. Kötü hissettiren şey önyargıların öyle bir ortamda bu kadar yer almasıydı.Bu gezi de bizim için farklı grupların karşılaşması adına öğretici bir deneyim oldu.
Sümeyye Reis
2014 Nisan ayında İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji bölümü öğrencileri olarak Mardin Artuklu Üniversitesi’ne yaptığımız gezi, diğer gezilerimizde de olduğu gibi farklı üniversitelerde sosyoloji okuyan öğrencilerin bir araya gelmesine vesile olan, bize çok şey kattığına inandığım gezilerimizden biriydi.
Öncelikle bu gezinin en önemli yanı, sene içerisinde öğrendiğimiz birçok bilginin, sunumlar yolu ile diğer arkadaşlar ile paylaşılmış olmasıdır. Benzer konular hakkında farklı bakış açılarını görebilmek ve kendi bilgilerimizi insanlara aktarmış olmak bize çok şey kattı. Gezinin Mardin’de gerçekleşmesi, Doğu bölgesine belki de hiç gitmemiş olan bazılarımız için ayrı bir önem taşıyordu. Farklılıklarımızı, benzerliklerimizi görmek bu açıdan çok önemliydi. Sene içerisinde derslerde en çok sorduğumuz “Nasıl beraber yaşarız?” sorusunu bizi farklı ve benzer kılan değerleri sadece okuyarak değil, gözlemleyerek de cevaplayabilecek olmamız bu geziler ile daha mümkün hale geliyor.
Derslerde gördüğümüz konuların karşılıklı olarak sunumlar yolu ile tekrar aktarılmasının yanı sıra; bu gezinin bize katmış olduğu en önemli artılardan biri öğrenciler ile birlikte geçirdiğimiz zamanlardı. Bizleri içten bir şekilde evlerinde karşılayan arkadaşlarımız ile yaptığımız sohbetler, Mardin gezisini benim için değerli kılan unsurlardan biridir; örneğin öğrendiğim az sayıda Kürtçe kelime ve şuan dinlemekten keyif aldığım Kürt müziği bu gezi sayesinde hayatıma girdi. Sunum sonunda Mardin Artuklu Üniversitesi öğrencilerinin hep bir ağızdan yaptıkları müzik dinletisi, benim gibi diğer arkadaşlarımı da çok etkiledi. Evinde kaldığım arkadaşlar ile birlikte vakit geçirdiğimde şunu fark ettim ki; her ne kadar yaşamlarımızı farklı yerlerde ve farklı koşullarda sürdürüyor olsak da birbirimiz ile paylaşmamız ve birbirimizden öğrenmemiz gereken çok şey var. Mardin’de yaşayan arkadaşlarımın hayatlarını ve yaşadıklarını dinlemiş olmak, öğrendiğimiz şeylerin ve bize aktarılan bilgilerin doğruluğunu sorgulamama bir kez daha sebep oldu. Bunların yanı sıra yaptığımız geziler sayesinde Mardin tarihi ve Süryaniler hakkında birçok şey öğrendim. Gezip gördüğümüz birçok kilise ve tarihi alan, görülmeye değer yerlerdendi; bu gezilerin benim için en güzel yanlarından biri de gezdiğimiz yerlerde Mardinli küçük yol arkadaşlarımın bana rehberlik etmesiydi.
İki yıldır yaptığımız bu geziler sayesinde edindiğim deneyimler okul hayatımın belki de en unutulmaz zamanları olacak. Sosyoloji öğrencisi olarak bulunduğum Mardin gezisi bizler için çok iyi bir tecrübe oldu.
Fulya İzel Öğmel
Mardin’e gitmek benim için çok heyecan verici bir olaydı. Daha önce yüzümü hiç dönmediğim, neredeyse hiç haberdar olmadığım bir yere gitmiş olacaktım. Fikir ilk ortaya çıktığında “Acaba olur mu?”, “Oraya gidince neler olacak?” soruları kafamda dönüp duruyordu, şüpheden değil ancak meraktan. Nitekim gitmeden önce uzunca bir süre hem Mardin Artuklu Üniversitesi’ndeki hem buradaki arkadaşlarımızla çok uğraştık. Gruplara ayrılıp detaylı programı hazırladık. Gezeceğimiz yerleri konuştuk ve kalacağımız yerleri ayarladık.
Birinci ve ikinci sınıflar ağırlıkta olmak üzere, öğrenciler, sosyoloji ve tarih bölümü asistanları ve sosyoloji bölümünden birkaç hocayla beraber Diyarbakır’a vardık. Otobüsle Mardin’e gidip iki okulun ve Sosyoloji Kulübümüzün ortaklaşa hazırladığı Mardin Artuklu Üniversitesi 1. Sosyoloji Günlerini açtık, gerisi hızla geldi. Hocaların sunumlarını, öğrenci sunumlarını arka arkaya değerlendirdik; başka konulara da ayrı ayrı kafa yorduk. Gezerken ya da arkadaşlarla beraber otururken, biraz birbirimizle iletişim kurmaya çalıştık. Vakit kısıtlıydı yahut biz tam yapamamıştık, birbirimize yakın ama uzak kaldık gibi geldi bana. Bunun yanında evlerini açan Mardinli öğrencilerde kalmak aradaki boşluğu doldurmak adına iyi oldu aslında. Ama daha iyi tanışabilmenin ve kaynaşmanın yeni yolları da düşünülmeli.
Orada kaldığımız günler, içinde yaşadığım (son zamanlarda epeyce sarsılan) cam balonun kırılmasına yardım etti. Bir de organizasyonla uğraşınca daha bir önemli oldu benim için. Ne yaptıysak iyi ki yaptık. Sunumlardan daha önemlisi, birbirimizden haberdar olduk. Haberdar olmak insanı mutlu kılıyor.
Selen Gülgün
Daima sonucuna katlanmak ile sınandığımız, mütemadiyen daha iyi yapmakla ve daha yüksek mevkilere ulaşmak ile tembihlendiğimiz ezberci eğitim sistemi aslında en başından beri bana ne yapmak istemediğimi fısıldar gibiydi. Lise yıllarından bu yana olan sosyal bilimlere ilgime ve sesi kısık bir özgürlükçü olmaktan ziyade, içinde yaşadığım coğrafyayı anlama ve yorumlama istediğime cevap aradığım üniversite tercihleri, aldığım ÖSYM bursu ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü tercih etmem ise, aşağı yukarı ne yapmak istediğime ve nerede olmak istediğime karar verdiğimi gösteriyordu. Daha eşit, daha özgür yaşama ihtimalimizin güzelliğine olan inancıma olan desteğini her daim hissettiğim ve sonsuz teşekkürü borç bildiğim İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim görevlileri ise bundan sonrası için ne yapmak istediğimi keşfetmemi sağladı. Eleştirel düşüncenin kapılarını zorlamaya ve her seferinde daha fazlasını merak etmeye teşvik edildiğim lisans eğitimim boyunca bölümün sunduğu imkânlar da hayallerimin yol haritasını çizmekte şüphesiz ki büyük rol oynadı. Yoğun, multidisipliner ve saha deneyimi için fırsat sunan ders programı, bölüm içi organize edilen konuşmalar, sempozyumlar, geziler ve dünyanın farklı ülkelerinden üniversitelerle ortaklaşa yürütülen çalışmalar, çalışmalarımda bir araştırmacı olarak kendimi nasıl konumlayacağımın ve hangi alanda ilerleyeceğimin ipuçlarını verdi. İçerisinde yaşadığımız şehirlerin sadece şehir olmadığı, yakın ve uzak tarihimize dair sosyal, ekonomik ve sembolik işaretlerle örülü alanlar olduğu gerçeği ve Türkiye’nin coğrafyasıyla bir türlü barışamayan, sosyal eşitsizliğin her seferinde yukarıdan aşağıya uygulanan planlamalarla çözüleceğine inanan iktidarlar ise beni bu alanda çalışmaya iten en önemli nedenlerden oldu. Türkiye’ye uzak olmak dezavantajına rağmen vizyonumun genişlemesi açısından olaylara dışarıdan bakabilmenin ve içerisindeyken de göremediğim bazı dinamikleri görebilmenin tek yolunun farklı bir coğrafya ve akademi deneyimlemekten geçeceğine inancım büyüktü.
2013 bahar sömestrinde Universitat van Amsterdam Urban Sociology Bölümü akademisyen ve öğrencilerinin İstanbul ziyareti ve İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin de bu organizasyona ev sahipliği yapması akademik hayatım için dönüm noktası oldu. Halihazırda üzerinde çalıştığım, kısaca şehirlerdeki kreatif endüstri kurgu ve dağılımı ile soylulaştırma politikalarının ilişkisini incelediğim araştırmamın önergesini sunmam ve bu yolla Universitat van Amsterdam akademisyenleri ile de tanışmam, yüksek lisans için başvurumun kabul edilmesinin en etkili sağlayıcılarından biri oldu. Gerek İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyelerinin desteği, gerekse yüksek lisans eğitimim için hak kazandığım burs bu amacımı gerçekleştirmemi sağladı. İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü de bana bu yolda en büyük fırsatlardan birini sunmuş oldu.
Gülşah Görücü
Eskişehir Anadolu Üniversitesi ile ortaklaşa projemiz olan Sosyoloji Günleri bir çok açıdan ufuk açıcı ve keyifliydi. Derste sınıfa sunduğumuz araştırmalarımızı başka bir üniversitede farklı insanlara sunmak ve onların sunumlarını dinlemek, farkları ve aynılıkları görmek iyi bir deneyimdi. Özellikle iki üniversite arasında yöntem ve ekol farkı bizim Bilgi’de ne yaptığımızı ve sosyolojinin aslında ne ifade ettiğini anlamamıza yardımcı oldu. Bana kalırsa bir sosyoloji öğrencisi için her mesele en az diğer kadar ilgi çekici ve her saha çalışması, bulguları iyi işlendiği ölçüde önemlidir. Fakat diğer okulun öğrencileri ile yaşadığımız bu doyurucu karşılaşmada, aslında herkes için öyle olmadığını, meselelerin nerelerinden tutulduğuna göre öneminin değiştiğini, en azından öyle algılandığını gördük. Biz bunları fark ederken onlar da yaptığımız saha çalışmalarını çok faydalı ve verimli buldular ve bu yöne daha fazla ağırlık vermek konusunda bu karşılaşmanın onlar açısından önemini dile getirdiler.
Bunun yanısıra seçtiğimiz meseleler ve kapsamları konusunda eleştriler aldık, eleştriler yaptık. Eleştri ve sunum üsluplarının önemlerini fark ettim bu proje sayesinde. Bir düşünceyi ve araştırmayı nasıl sunduğumuz, karşıdakinin nasıl algıladığı ve bu iki durum arasındaki uyum tüm gidişatı etkileyebiliyor.
Sunuşlarla geçen iki günün dışında gezdiğimiz gördüğümüz yeni yerler, yeni yaşam pratikleri, tanıdığımız yeni insanlar ile yaptığımız çeşitli sohbetler ufuk açarken kendi aramızda ise, hem hocalar hem öğrenciler olarak, tabiri caizse farklı bir yerde yeniden tanıştık; daha derin, daha nitelikli sohbetler ettik. Derslerden birkaç gün uzaklaşıp, evimizdeki konforu bir kenara bırakıp, beklenmedik ve bilinmeyene doğru keyifli ve değişik bir yolculuk geçirdik aslında.
Bu tür karşılaşmaların “biz neredeyiz” “onlar nerede” gibi sorular doğurduğunu, bundan ziyade “biz” dediğimiz kim ve “biz ve onlar” derken aslında neleri kast ediyoruz üzerine düşündürdüğünü söylemeden geçemem. Bana bu geziyle karlı bir iş yaptığımı düşündüren en önemli şey - yaptığım onca alışverişin yanı sıra ☺ - “gerçekten de farklılıklarla beraber yaşıyor muyuz” veya “yaşamayı istiyor muyuz” sorularıyla yüzleşmek ve bu sorular üzerine düşünmekti. Sonuç itibariyle kulübün yaptığı önceki gezilere katılmadığıma üzülüyor - hala derslerde anılarına referans veriyorlar ☺ - ve bu geziye katılarak biriktirdiğim yeni anılara seviniyorum. Farklı karşılaşma ve buluşmalardan sonuçlar çıkarmanın ve gözlemleri biriktirmenin mesleki ve kişisel getirileri ise gerçekten oldukça fazla. Umarım kimse, hayatında bunları gerçekleştirebileceğini düşündüğü fırsatları değerlendirmekten geri durmaz.
Aslısu Uluçay
Mayıs ayının başında Sosyoloji bölümü olarak İstanbul Bilgi Üniversitesi ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Günleri’ne katıldık. Eskişehir’e yaptığımız bu gezide hem daha önce görmediğim bir şehri gezdim, hem farklı bir üniversitede sosyoloji okuyan öğrencilerle iletişime geçtim, hem de bir dönem boyunca saha çalışmaları ve mülakatlarla hazırladığımız sunumumuzu sunduk.
Öncelikle Eskişehir’e gideceğimizi duyduğumda hem heyecanlandım hem de biraz tedirgin oldum. Sınıf içerisinde bile sunum yaparken oldukça heyecanlandığım için daha kalabalık bir grup insanın önünde yapacağım sunumun beni epey zorlayacağını düşünüyordum. Bu nedenle içimde sunum yapacak olmanın getirdiği ayrı bir heyecanla Eskişehir’e gittim.
Eskişehir’e vardığımız ilk gün, orada sosyoloji okuyan öğrencilerle şehri gezdik. Bu gezi sırasında birlikte dolaşmak, farklı yerler görmek çok keyifliydi. Gece kaldığımız öğrenci evinde geçirdiğimiz vakit sanırım tüm gezi boyunca edindiğim en önemli ve değerli kazanımlardan biri oldu. Anadolu Üniversitesi’nde sosyoloji okuyan iki arkadaşımızla derslerimizin işleyişini ve sınıfta neler okuyup neler tartıştığımızı konuştuk. Bu noktada pratik ve ders anlatımı bakımından okullarımızın ne kadar farklı olduğunu, ama kafamızın içinde aynı soruların döndüğünü, aynı şeyleri sorguladığımızı görmek çok güzeldi. Bu şekilde birbirimizden uzak bile olsak topluma bakış açılarımızın benzer olduğunu gördük. Bu nedenle bu tarz gezilerde daha iyi kaynaşabilmek, sonunda yeni dostluklar kazanabilmek adına öğrenci evinde kalmanın bizler için daha verimli olduğuna inanıyorum. Bence birbirimizden göreceğimiz ve öğreneceğimiz çok şey var. Ayrıca bize evlerini açan arkadaşlarımızın ne kadar misafirperver olduklarını da görmüş olduk.
Ertesi gün yaptığımız ve dinlediğimiz sunumlar da yine benzer ve farklı yönlerimizi görmemi sağladı. Giderken sunum yapmak konusundaki tedirginliğim sunum sırasında yerini aylarca üzerinde çalıştığımız projeyi başka bir üniversiteden öğrencilere anlatıyor olmanın heyecanına bıraktı. Dinlediğimiz sunumlar, daha önce düşünmediğim konuları sorgulamama ve değerlendirmeme neden oldu. Sunumların sonunda yapılan soru-cevap bölümünde de daha önce hiç karşılaşmadığımız eleştirilere karşılaştık. Bu da bize eleştirilere ve sorulara nasıl cevap vereceğimizi anlamak yönünde büyük katkı sağladı.
Sonuç olarak Eskişehir’e gittiğimiz için çok mutluyum. Okulumdan bambaşka bir yerde, henüz ikinci sınıftayken sunum yapmış olmanın beni iyi anlamda değiştirdiğini düşünüyorum. Daha da önemlisi, farklı insanlarla etkileşim halinde olmak ve tartışmalar yapmak bende bambaşka bir farkındalık yarattı. İyi ki böyle bir şey yapmışız ve iyi ki ben de endişelerimi bir kenara bırakıp katılmışım.
Gülensu Er